Solucan delikleri

 


Astronomlar, genellikle bilim-kurgu sayfalarının bir parçası olan bu geçitlerin gerçekte var olabileceğini düşünüyorlar.


Bu konu 2004 yapımı bir Hollywood efsanesinin konusuydu. Yıldızlararası filminde, bir astronot ekibi insanlığa yeni bir ev bulabilmek için uzayda yolculuğa başlıyorlar. Bu ekip Güneş Sistemi’nden bildiğimiz yöntemlerle ayrılmıyor. Satürn civarında beliren bir solucan deliğini kullanarak uzak bir galaksiye gidiyorlar. Uzay-zamandaki kestirmeler olan bu solucan delikleri bilim-kurgu dünyasının en temel unsurlarından birisi

 

Bazı bilim insanları bu geçitlerin gerçek olduğunu yakın zamanda kanıtlayabileceğimize inanıyor; Güneş, yıldızlar, sen ve ben kadar gerçek. Bu egzotik cismin bilimsel adı Einstein-Rosen köprüsü ve bu isim aslında fikrin de nereden geldiği konusunda ciddi bir ipucu sunuyor. Solucan deliklerinin kökeni Albert Einstein’ın, kütleçekimi konusunda çığır açan genel görelilik teorisine dayanıyor. Yüzyıllar boyunca, Isaac Newton’ın sayesinde, kütleçekiminin nasıl işlediğini anladığımızı zannetmiştik. Elmanın yere düşmesini ve Dünya’nın Güneş etrafında bir yörüngede kalmasını, cisimler arasındaki bir çekim etkisi sağlıyordu. Fakat Einstein, kütleçekimi olarak hissettiğimiz şeyi uzay-zamanın bükülmesi şeklinde öngörerek, bu duruma farklı bir bakış açısı getirdi. Bu radikal yeni teoriye göre, Dünya’nın Güneş etrafında dolanmasının sebebi, Güneş’in kütlesinin uzayı bükmesi; aynı çarşafın üstündeki bowling topunun çarşafı bükmesi gibi. Yani gezegenimiz, Einstein’ın uzay-zaman adını verdiği bu dokudaki doğal eğikliği takip ediyor. 



 Böylesine çılgınca bir fikir mutlaka deney ve gözlemle test edilmeliydi. Muhteşem bir şekilde, 1919’da gerçekleşen bir Tam Güneş Tutulması bu fırsatı sunmuş oldu. Güneş ışığı Ay tarafından örtüldüğünde, Güneş’e yakın konumdaki yıldızlar görülebilir hale geldi. Söz konusu bu yıldızları gerçekten oldukları konumda görmüyoruz çünkü Güneş’in kütleçekimi onlardan gelen ışığı büküyor. Newton ve Einstein’ın ortaya koydukları kütleçekimi teorileri, yıldızların konumu için farklı yerler belirtiyordu ve bunları gözlemlemek kimin doğru olduğunu gösterecekti. Sonuç olarak Einstein kazandı: Kütleli cisimler etrafındaki uzay-zamanı büküyorlar. 

 


Uzayı devasa bir kâğıt gibi hayal edin. Bu kâğıdın bir ucunda yaşarken, diğer ucuna seyahat etmek istiyorsunuz. Normalde, bütün bir kâğıt boyunca seyahat etmeniz gerekir. Peki ya kâğıdı tam ortadan katlarsak? Bu durumda eviniz ve gitmek istediğiniz yer birbirinin yanına gelmiş olur. Böylece sadece o aradaki mesafeyi atlamanız gerekir. Bu tarz geçişleri sağlayan geçitlere solucan deliği diyoruz; elmanın içinde yönünü bulmaya çalışan bir solucan gibi... Solucanın elmanın üstünden altına gidebilmesi için iki alternatifi var: elmanın etrafından aşağı dolaşmak veya merkezinden aşağı kadar kemirmek. 

 


Yakın zamana kadar bu cisimleri bulma şansımız (eğer gerçekten varlarsa) çok düşüktü. Fakat bu durum, Şubat 2016’da LIGO’daki (Lazer İnterferometre Kütleçekimsel-dalga Gözlemevi) bilim insanları ilk kütleçekimsel dalga tespitini duyurduklarında değişti. Kütleçekimsel dalgalar, bir su birikintisindeki minik dalgalanmalara benzeyen uzay-zamandaki küçük hareketlilikler. Portekiz’deki Lizbon Üniversitesi’nde fizikçi olan Vitor Cardoso “Bu durum gidişatı tamamen değiştirdi.” diyor. Her biri 30 Güneş kütlesi kadar olan iki karadelik, 1,3 milyar yıl önce birbirine çarptı. Çarpışmalarının yüksek şiddeti, Eylül 2015’te LIGO’ya ulaşan bir kütleçekim dalgası hatta adeta tsunamisi yolladı.

Kaynak: All about space

Yorum Gönder

0 Yorumlar